Karanlık Lise 3 – Bölüm 22


༯ 22 ༯

HELİN

“Bu akşam kimler çalışıyor?”

Üşüyüp ateşin etrafına dikilmiş olanlardan iki el kalktı. Kalkan diğer bir else oturduğum yerde tam yanımdandı.

Saçındaki örgülerden bazılarını sıkıldıkça açıp yeniden örüyor olmalıydı. Topuklu çizmeleriyle çamura basmaktan çekinmeden en ortaya geldi. “Bakalım kalkan ellerden kimleri görüyorum? Barkın, Ege, yine Yiğit, yine Ecem… Her akşam aynı kişilerin gitmesine izin veremeyeceğimi biliyorsunuz. Anlaşma böyle.”

Adının Gizem tarafından söylendiğini duyan Ecem kolunu indirdi. “Sen neden gelmiyorsun?”

“Sen neden gidiyorsun?”

Elindeki çubukla toprağı amaçsızca kurcalamaya devam ediyordu. “Para var.”

Gizem ellerini dikkat çekmek için birkaç kez çırptı. “Kimse gönüllü olmazsa ben seçeceğim, hadi, beş kişi istiyorum.”

Karşımızdaki kütüğe oturan çiftten Eralp elini kaldırdı. “Eda’yla geliriz.”

“Tamam, Barkın’la Ege’nin de haftası sakin geçmişti. Dört kişisiniz birine daha ihtiyacınız var.”

Ecem diğer öğrencilerin aksine ödevini yapan tek inek gibi elini kaldırıyordu.

Yiğit “Helin niye gitmiyor? Bir aydır bizimle ve hiçbir gece ekibine dahil olduğunu görmedim.”

Bunun geleceğini tahmin etmem gerekirdi.

“İlk günkü laf yarışının acısını mı çıkartıyorsun?” diye sordum gülümseyerek.

“Hayır, alakası yok,” dedi ellerini iki yana açarak. Alaycıydı. “Arabaları neye göre seçtiğimizi biliyorsun, kilitlerin nasıl kırılacağını da öğrendin. Gitmemen için hiçbir sebep göremiyorum sadece.”

“Ehliyetim yok.”

Ekipten yükselen kahkahalar söylediğim şey için beni pişman ettiler.

Gizem büyüleyici sesiyle “Buradaki çoğu kişinin yok. Zaten beş kişi gitmenizin belirli sebepleri var, sence de öyle değil mi Helin?” dediğinde benimle göz kontağında oluşunun şokuyla uğraşıyordum.

“Evet, haklısın.”

“O zaman bu akşam Eralp’lere katılabilirsin. Daha gece yarısı. Henüz erken. Biraz daha bekleyip çıkın.”

O akşam ilk kez araba çaldım. Kimse bunun yanlış bir şey olduğunu söylememişti ama hırsızlığa girdiğinden emindim. Kendimi kötü hissetsem de ait olduğum yerde kalabilmek için yapmam gereken fedakârlıklar vardı, tabii olacaktı. Hiçbir şey karşılıksız gelmiyordu. Gizem’in anlaştığı tamirciler ve patronları bize sıklıkla yer değiştirmek zorunda kalsak da uyuyacak ve yıkanacak bir yer sağlıyorlardı. Onlara getirdiğimiz arabaların uygunluğuna göre aldığımız parayla karnımızı doyuruyorduk. Zaman zaman aramızdan gidenler oluyordu ama yeni katılanların sayısı azdı. Mesela, son katılan hâlâ bendim.

Bu bir ayda arabalar hakkında bu kadar çok teknik bilgiyi onların belli başlı birkaç problemini çözebilecek kadar öğrenebilmiş olmamın, bir araba gördüğümde artık o arabanın hangi model olduğunu anında söyleyebiliyor olmamın tek açıklaması böyle yetiştirilmiş olmamdı. Kendimi bildim bileli annem beni kısa zamanda dünyalar kadar şeyi öğrenmekle cezalandırmıştı. Çalışkanlık ya da öğrenmek hiçbir zaman hobim olmamıştı. Büyürken yapmak zorunda kaldığım bu iki şeyin istemeden de olsa karakterimi oluşturması sinirimi bozsa da ilk defa işime gelmişti.

Arabayı teslim ettikten sonra aldığımız parayla bir şeyler atıştırdıktan sonra muhtemelen iki hafta sonra terk etmek zorunda kalacağımız küçük motele geri döndük. Güneş henüz yeni doğmuşken odama girdim. Ecem uyuyordu. Ceyda ise elindeki mısır gevreğiyle o saatte televizyonda katlanılabilir olan ne varsa onu izliyordu.

“Nasıl gitti?”

Ecem’i uyandırmamaya özen göstererek kapıyı arkamdan kapattım. “Volvo XC90.” Ondan ödünç aldığım çantanın askısını omzumdan kaldırıp başımın üstünden geçirdim. Yere bıraktım.

Ağzındakini kâseye tükürdü. Her zamanki gibi iki yanda topladığı saçlarının bir kısmı süt olmuştu. “İlk gününde mi? Benimle dalga geçiyorsun.”

“Eda’yla Eralp’i birbirlerinin üstünden kolay kolay çekemeyeceğin için onları direkt boşver. Yarın Barkın’a ya da direkt bizim Ege’ye sorarsın.”

“Siktir git Helin.”

“Maalesef şimdilik gitmekle ilgili bir planım yok. Bu arada, Ceren’le Melike nerede?”

Gülümsedi. “Melike Enes’ledir diye tahmin ediyorum.”

Siyah hırkamı çıkartıp yere attıktan sonra ayakkabılarımı ve pantolonumu indirdim. Büyük yatağa, Ecem’in yanına geçerken ben de gülümsedim. “Bu aralar birlikte fazla vakit geçiriyorlar,”dedim.

“Melike’nin aşk hayatı iyi gidiyor ama aynı şeyi Ceren için söyleyemeyeceğim.”

Kaşığını kâsenin içine bıraktı. Eliyle sapını tutarak kaşığın kaymayacağından emin olduktan sonra kâseyi ağzına yaklaştırdı ve kafasına dikti.

“Bu sefer kiminle abi?”

Kâsede ne varsa hepsini bitirdikten sonra koltuğun kolunda duran kumandayla televizyonu kapattı. Biraz bakındıktan sonra odada kâseyi bırakacak hiçbir yerin olmadığını fark ettiğinde ayağa kalktı.

Bizim ekiple alakası olmayan insanlarla. Yaptığını ek iş olarak gördüğünü söyledi. İnanabiliyor musun? Ek iş dedi. Daha on yedi yaşında. Reşit bile değil.”

“Bu odada kalanlarımızdan reşit olan bir tek sen varsın ama saçını o şekilde toplamaya devam ettiğin sürece hepimizden küçük gözükeceksin.”

Her gün söylenme nedenimiz olmasına rağmen hakkında hiçbir şey yapmadığımız dağınıklığa bir kez daha küfür ettikten sonra pes ederek elindeki kâseyi televizyonun yanına bıraktı.

“Hey, konumuz Ceren ve başladığı orospuluk kariyeriyken neden tüm silahlar bana çevriliyor?”

Uykulu ses, ağzını kapatan yastıktan zar zor bize ulaşarak “Çünkü haksızsın,” dediğinde Ecem’i uyandırdığım için kendimi kötü hissettim. Açıklama yapmak üzere yatakta dönerek, biraz da doğrularak bize baktığında ondan özür diledim.

“Ceyda küfür ettiğinde uyandım, merak etme.”

“Silahlar! Lütfen, rica ediyorum…”

Ben yorganın altına girerken Ecem dikleştirdiği yastıklara sırtını yaslamıştı. “Yaptığı şeyi reşit olmamasıyla bağdaştırma hakkına sahip değilsin. Biz de reşit değiliz ama yaptığımız normal bir şey mi?”

Ceyda yerdeki yatağının üstüne oturdu. İşte klasik sabaha karşı sohbetlerimizin gerçekleştiği tabloyu çizmiştik yine, ancak ne Ecem uyku sersemliğiyle uzun sohbetler edebilecek konumdaydı, ne de ben bu geceki stres ve koşuşturmacanın yorgunluğuyla uyanık kalabilecek durumdaydım.

“Orospuluk ve hırsızlık arasında dağlar kadar fark var Ecem.”

“Etik değerlerine göre değişir. Kimisi için tam tersidir, kimisi içinse ikisi de aynıdır. Mesela benim için öyle.”

Vücudumu ona çevirip onu baştan sona süzermiş gibi yaptım. “Aynı yatağı paylaştığım dostuma bakın hele… Okulu bırakman kötü olmuş.”

Ceyda “Bence iyi bir avukat olurdu,” diyerek bana katıldığında Ecem yatağın içinde yeniden uzandı.

“Dünyaya, özellikle de insanlara iyilik yapmamı gerektirecek hiçbir borcum yok benim. Çünkü o bencillerin bana hiçbir katkısı olmadı. Beni yalnızca sokaklar büyüttü, tek borcum onlara.”

Eğer okula geri dönebilme şansım olsaydı dönerdim. Bunun pek çok nedeni vardı. Karakterime işlenmiş öğrenme isteği ve birileri için mutlaka bir yerlere gelebilme arzusu çok derindi. Tüm bunlara rağmen hayal kurmayacaktım çünkü özellikle bugün yaptıklarımdan sonra bir daha hiçbir okulun beni kabul etmeyeceğinden emindim.

Bana ve benim gibilere ikinci bir şans verilseydi de sınırları aşıp yoldan çıkmış olanların tamamının dönmek istemeyeceğini de Ecem’le görüyordum. Hepimiz hissettiğim kadar yakındık ama tahmin ettiğim kadar aynı değildik. Herkesin farklı bir geçmişi vardı. İnsana bir noktadan sonra sadece saygı duymak düşerdi.

Başucu lambasını kapatıp perdenin yanlarından odaya sızan güneş ışınlarıyla gözlerimizi kapattık.

Ecem “Bugün ne kadar verdiler?” diye sorduğunda kendi gidemediği için üzüleceğini biliyordum. “Uzun bir süre daha motelde kalmamıza yetecek kadar, merak etme,” demekle yetindim.

Uyumaya çalışırken bugünkü arabanın kokusunu yeniden duydum. Kapıyı açışımdaki heyecan bacaklarımı yine aynı duyguyla titretmeye başladığında yatakta diğer tarafa döndüm. Yapmış olduğum şeyin bana Ecem’in düşündüğü gibi yanlış gelmesi mi gerekiyordu? Araba çalmanın hırsızlık olduğu daha açıktı artık, ancak bu bana yaptığım şeyin kötü bir şey olduğunu kanıtlayamıyordu.

Kendimi her şeyden ve herkesten bağımsız hissettiğim ikinci andı. Üstelik ilkindeki gibi kanatlarımı açmam gerekmemişti. Hayatım pahasına bir risk de almamıştım. Bir tek yakalanmanın endişesindeydim. Yakalanmak da asla hayatıma mal olmayacağı için açıkçası son hızla giden bir arabanın camına oturup ellerimi serbest bırakmak daha riskli gelmişti. Bu akşamkiyse ondan çok daha naifti, temizdi. Neyi nasıl yapmam gerektiğini bilerek hareket edip istediğim arabayı açabilmiştim. Sürücü koltuğuna ilk oturma şerefini bana bahşetmiş olsalar da kullanmayı bilmediğim için kendimden utanmıştım. Bana özgürlüğümü sadece bir değil, iki kez veren o muhteşem varlığı kullanmayı bilmediğim için kendime kızmıştım.

Uyandığımda bizimkilerden bana öğretmelerini isteyecektim. Bu iş de bu şekilde hallolacaktı.

Düşünmem ve sorunu bulup çözmem gereken bir diğer konu ise Gizem’di. Cemre’den sonra hoşlandığım ilk kız oydu, bu da şu ana kadar üç kızdan hoşlanmış olmamla bana lezbiyen olduğumu kanıtlıyordu. Kendimden çekinmiyordum ama insanlara söylemek istemiyordum. Ecem yanımda iç çamaşırlarıyla yatıyordu. Ceyda ise her zamanki gibi kısa bir şort ve askılıyla yerde uykuya dalmıştı. Onlara söylemiyordum çünkü bende hiçbir his uyandırmıyorlardı. Erkekler gibilerdi yani, ne giydikleri ne yanımda yatmaları beni etkiliyordu. Durum böyleyken neden onlara gerçeği söylerek onları rahatsız edecektim ki?

Arkadaşlarımın aksine, gözlerimi çevirdiğim kişi Gizem olduğunda hislerim anında davranışlarımı, konuşmamı değiştiriyordu. Yazel’in kötü işlere bulaşmış bir versiyonu gibiydi. Yaşı çoğumuzdan daha büyüktü ve ekibin en eskisi oydu. Beni etkileyen şey yalnızca güzelliği ve işleri yürütüyor olması değildi. Konuşacağı zaman ne diyeceğini biliyor oluşu, daimi dik duruşu ve tarzı beni ona çekiyordu. Ayrıca eğer onun onayı olmasaydı şu anda sokaklarda yaşıyor olurdum. Ekipçe sokakta kaldığımız bir dönem de olmuştu ama en azından yalnız değildim. Bir sürü arkadaşım vardı.

Beni arabanın dışına oturmam konusunda cesaretlendiren; sigara, alkol, hap ve uyuşturucu kullanan arkadaşlarım… Bana karşı iyi olduktan sonra istediklerini yapabilirlerdi, öyle değil mi? Ne kullanırlarsa kullansınlar benim sıkıntı yaratmamı gerektirecek hiçbir şey ortada yoktu. Özellikle de kimsesizken beni aralarına alan insanlara karşı gelemezdim. Buradan kaçarsam gidebileceğim hiçbir yer yoktu.

Uyanıp aşağı indiğimde acıkmıştım. Sabah ve akşam kavramımız diğer insanlardan biraz daha farklı olduğu için beslenme düzenim de eskisine göre artık çok farklıydı. O hafta işler iyi gitmezse dışarıda ne bulursak onu yiyorduk, işler iyi giderse Gizem’in patronları bize aynen bu hafta olduğu gibi gözlerden uzak bir motel ve yemek sağlıyorlardı. Yalnızca bir aydır onlarla olmama rağmen her iki durumu da onlarla yaşamış olmam beni ekibe daha da yaklaştırmıştı.

“O araba tank gibi, biliyorsun değil mi?”

Tabağıma küçük büfede çoğu bitmiş olan yiyeceklerden rastgele dolduruyordum. Kaan’a cevap vermedim.

“Hey, Yiğit gibi seninle oyun oynamaya gelmedim. Tebrik etmeye geldim. Eralp burayı arayıp işi hallettiğinizi söylediğinde neredeyse ayakta alkışlayacaktık.”

“Arkadaşımı ödünç alabilir miyim?”

Ege konuşmamızı bölüp araya girdiğinde Kaan eliyle sırtıma vurdu. “Kaçıyorum zaten. Böyle devam, hadi görüşürüz.”

Sırtıma öyle bir vurmuştu ki neredeyse elimdeki tabağı düşürüyordum. “Bu insanların sorunu ne?”

Ege güldü. “Ne demeye gelmiş?”

“Bir şey değil ya, geceki iş için tebrik etti sadece.” Gözlerimi büfedeki yemeklerden alıp ona baktım. “Saçını hiç uzatmaz mısın?”

Elini daima üç numara olan saçlarına götürdü. “Yakışmıyor mu?”

Tabağı sol elimde taşırken diğer elimle onun kolunu tutup başından indirdim. “Hayır, yakışıyor. Sadece merak etmiştim. Erkeklerde hep bir saç uzatma merakı vardır ya.”

Büfenin yanından başlayarak devam eden yemek bölümünün çok gürültülü olduğuna karar verdikten sonra geri döndüm. Bir kez bile birinin durduğunu görmediğim resepsiyonun önünden geçerek dışarı çıktım. Toprak zeminde piknik banklarından birine doğru ilerlerken tabaktakileri düşürmemeye dikkat ettim. Gerçekten çok açtım.

Beni takip eden Ege, ben masaya tabağımı bıraktıktan sonra karşıma oturdu. “Yemeğimi kimsenin almaması için korursan sana da içecek getiririm.”

Gülümsedi. “Anlaşıldı kaptan.”

Bu kalabalık ve herkesin birbirinden daha çılgın olduğu ekipte kendi arkadaş çevremi kurabilmiştim. Benim gibi sosyal açıdan herhangi bir deneyime sahip olmayan özgüvensiz bir genç kızın bunu başarabilmiş olması, bence dün çaldığım arabanın kilidini kırmaktan daha zordu. Anahtarın göze çok batmamakla ilgili olduğunu çözdükten sonra kendi kafama uygun insanlarla biraraya gelmeye başladım. Ecem’lerin kaldığımız yerlerde beni odalarına almalarıyla önce onlarla tanıştım. Daha sonra otomatik olarak arkadaş gruplarına dahil oldum. Gruplarındaki erkeklerden en çok anlaşabildiğim Ege’ydi. Bana belli etmese de, belki de yapmıyor olsa bile sanki arkamı kolluyormuş gibi geliyordu. Bir dosta sahip olmanın nasıl hissettirdiğini yalnızca bir kez yaşamış biri olarak sonunun yine hayal kırıklığıyla bitmemesini umuyordum.

Bir çatal, bir şişe su ve bir şişe bira kaptıktan sonra geri döndüm. Makarnayı çatala doladıktan sonra hızla ağzıma götürdüm. Çiğneyip yuttuğumda midem bana kaç saattir aç olduğumu ve daha hızlı yemem gerektiğini söylüyordu. Lokmaların aralıklarını birkaç taneden sonra arttırabildiğimde Ege’ye baktım. “Eee, sen ne diyecektin?”

Konuşmak için birasını kendinden uzaklaştırdı.

“Kaan seni tebrik etmeye gelmiş olabilir ama ben onun aklına bile gelmeyecek bir şey söyleyeceğim. Senin Volvo sayesinde burada ne kadar daha kalabiliriz biliyor musun? İki hafta! Başlı başına iki kesin haftaİki hafta boyunca yatağımız, sıcak suyumuz ve yemeğimiz olacak…”

Bu hiç de suç gibi hissettirmiyordu.

“Bu nedenle söylemek istediğim şey, belki de herkes adına, teşekkür etmek.”

Asker selamı vererek Ege’yi yanıtladım. Hâlâ midemi düşünüyordum. Ayrıca aldığım koku benden geliyorsa mutlaka odaya dönüp yıkanmalıydım.

“Bunu kimse söylemeyecektir sana çünkü herkes kendisini düşünüyor. Burada bir aile gibi geçiniyor olabiliriz ama her işten o işi başaranlar prim alıyor. Sana düşman gözüyle de bakacaklardır, herkes Kaan gibi olmayabilir.”

Yeni olduğum için bana bunları anlatıyor olması hoştu ama başıma gelebilecek herhangi bir şeyi sorun edeceğimi sanmıyordum. Kaybedeceğim hiçbir şey yoktu. Dün teslim ettiğimiz arabadan sonra Eralp Gizem’e ilettiği paradan kalanları bize paylaştırmıştı. Çantama attığım gibi odaya dönmüştüm.

“Para umrumda değil,” dedim.

Bunun geleceğini beklememişti. “Nasıl değil?”

Çiğnediğim köfteyi yuttum. Tadı berbattı.

“Değil işte. Sizin aksinize ben tek tük sigara içiyorum, ne paket ne de hap almak için para biriktirmem gerekiyor. Sıfır harcama, sıfır dert.”

Yarısı dolu bira şişesini tahta masada kenara itti. İki dirseğini de yukarı koydu. Ciddileşti.

“Helin birgün buradan çıkıp gitmek isteyeceksin. Kendine hayat kurabilmek için şu an tüm bu pisliklere katlanıyorsun.”

Güldüm. Yemek yerken anlık bir kıkırdama yüzünden neredeyse boğuluyordum. Öksürdüm, su içtim. Yeniden konuşabileceğimi düşündüğüm ilk anda Ege’ye “Hiçbir yere gitmiyorum,” dedim. Acaba içerideki hayvanlar berbat köftenin tamamını bitirmişler midir?

“Ne dediğini bilmiyorsun. Sonsuza dek bu bok çukurunda kalamazsın. Eninde sonunda çıkmak isteyeceksin.”

“Ege, bak. Seni severim bilirsin. İyi çocuksun, hoş sohbetsin, yardımseversin ama kendimi sanırım en iyi ben tanıyabilirim. Buranın dışında hiçbir yere ait değilim, bu nedenle lütfen konuyu daha eğlenceli bir şeye getir. Mesela Ceren’in ek iş olarak ne yapmaya başladığını biliyor musun?”

Beni kurtarmak ona kalmışçasına fikrimi değiştirmeye çalışıyordu. Abilikle iyi bir dost olmak arasında takındığı tavrı dengelemeye çalışırken seçtiği kelimelere dikkat ediyordu. “Ceren’in ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Burada konu o salak değil, sensin. Dün seni iş üstünde de gördüm. Sen buradaki diğer kızlardan, hatta herkesten farklısın. Buradaki çoğu insanın yaşamı ömürleri boyunca istemedikleri şeyleri yapmakla geçecek. Neden biliyor musun? Hedefleri var ama gerçekleştirecek yürekleri yok. Herkes boş. Hepsi konuşuyor ama kimse bir şey yapmıyor. Onlar kaybedecekler.”

“Benim de hedefim yok.”

“Ama olduğu sürece peşinden gidebilecek yüreğe sahipsin.”

“Hedefim burada kalmak.”

“Helin sen buraya ait değilsin. Buraya fazlasın.”

“Söyleyene de bak! Asıl burada kalanların arasında doğru yoldan çıkmamış olan tek insan sensin. Niye buradasın? Sen benden bin kat daha iyi birisin. İnsanları değiştirmeye çalışıyorsun, bense çoktan pes ettim. Uzun süre önce diğerlerini, bir ay önceyse kendimi kurtarmaktan vazgeçtim.”

Konunun saptığını görüp yeniden konuyu bana getirmeye ikna etmeden önce birasından bir yudum aldı. Lekeli siyah tişörtü çamurlu botlarından daha iyi durumdaydı.

“Ekibin tüm alkol ihtiyacını karşılamakla görevli olmamın bir sebebi var,” dedi.

“Her şeyin bir sebebi vardır, şaşırmadım.”

“Abimle sahibi olduğumuz bir bar var. Bu tür ekiplerin, yani pek tekin olmayanların takıldığı bir mekân. Emin ol, buradakilerden çok daha uçuk tiplerle tanıştım.”

“Madem temiz bir işin var, neden buradasın?”

“Azıcık borca girdik diyelim. Toparlayabilmemiz için bir süre buralarda takılmam gerekiyor. Ayrıca gayet havalı, müzikli ve bol içkili bir yer. Beklerim.”

Gülümsedim. Biri beni bir yere davet etmeyeli uzun zaman olmuştu. “Yolum düşerse seve seve gelirim,” dedim. Konu tam da istediğim şekilde kaynayıp gitmişti. Böylesi daha iyiydi.

“Her neyse, dünkü uğraşlarından sonra sana borçlanmış gibi hissettim. İstediğin herhangi bir şey olursa mutlaka söyle, halletmeye çalışacağım.”

Ağzımdaki son lokmayı da yuttuktan sonra çatalı tabağın üstüne bıraktım. “Araba kullanmayı öğretmek ister misin?”

İstediğim şeyin kolay olmasıyla rahatlayan Ege “Ha, dünkü muhabbet,” diyerek keyifle birasını yeniden eline aldı. Adımı seslenen sesi tanıdığımda arkama döndüm. Gizem beni motelin odalarına çıkan merdivenlerden yanına çağırıyordu.

“Bekletmesen iyi olur.”

Ayağa kalktım. “Korkmalı mıyım?”

Başını iki yana salladı. “Hadi git.”

Dediğini yapıp içime kurt düşmemiş gibi yürümeye başladım. Gizem önden gitmiş, kendi odası olan 1 numaraya girmişti. Merdivenleri çıktıktan sonra nereye gitmem gerektiğini bildiğim için emin adımlarla oraya doğru yöneldim.

Kapı açıktı. İçeriye girip beklemeye başladığımda koltuğunda oturuyordu. Sigarasını yakmasını bekledim. İlk dumanı içine çekerken gözleri kapalıydı. Biraz bekledi. Orada dikildiğimi bildiğinden emindim ama keyfini çıkartmasına izin verdim. Bu sefer bordoya boyadığı dudakları, ciğerlerinden geri gelen gri dumanı dışarı çıkartmak için hafifçe büzüldü. Acele etmedi, dumanın tamamı vücudunu terk edene kadar gözlerini açmadı.

“Otursana.”

Ekipteki herkesin en az beşer kişi ile birlikte kaldığını biliyordum. Tabii Gizem’in de bu küçücük odalarda başkalarıyla kaldığını sanmıyordum ama en azından yalnız olmadığını düşünüyordum. Bir erkek arkadaşı, belki iki?

“Yalnız mı kalıyorsun?”

Sigarayı kendinden uzaklaştırarak küllerini yere doğru silkeledi. “Evet,” dedi. Sesinin ne kadar farklı olduğunu zaten biliyordum. Sanki içine çektiği her dumanla bir ton daha kalınlaşıyordu.

“Erkek arkadaşın yok mu?”

Büyük ihtimalle o bana bir şeyler sormak için beni buraya çağırmıştı. Çeneme bir an önce hâkim olmam gerekiyordu. Cevap vermeden önce biraz duraksadığında ona aptalca sorular sorduğum için kendime kızdım.

“Benim erkek arkadaşım olmaz.”

Yutkundum. Gizem’in ne kadar güzel ve seksi bir kız olduğunu görüyordum. Mutlaka bir erkek arkadaşı olduğu düşüncesi bazı şeyleri kendim için baştan kabullenmeme neden olmuşsa da son sözü bende değişik bir etki bırakmıştı. Konuyu kendimi ifşa edeceğim bir yöne çekmemek için sessiz kalmayı düşündüm. Bunun daha çok şüphe çekeceğini tahmin etmemiştim.

“Senin olur mu?”

Sigarası kısaldıkça yere silkelediği külleri izlemekten asla sıkılmayacağımı düşündüğüm kıza hangi cevabı verirsem en az hasarla kurtulabileceğimi sorguladım. Ekipte benimle ilgili ne kadar az şey bilinirse o kadar iyiydi. Geçmişteki hayatımı tamamen geride bırakıp yeni bir maceraya, hıza, rüzgâra yelken açmışken; yaşadığım hayal kırıklıklarını yeniden yaşamak istemiyordum.

“Bir sevgilim yok.”

Gözlerini benden ayırmıyordu. Yatağının ucunda, onun koltuğuna yakın bir şekilde oturuyordum. Odada iki koltuk olsaydı her şey daha kontrol altında olabilirdi. Ancak sırtımı yaslayamıyor oluşum, vücudumu istemsizce her saniye oturduğum yerden ona daha fazla yaklaştırmama sebep oluyordu.

“Sorduğum şey bu değildi.”

Yakalandığımı fark ettiğimde, beni buraya çağırma nedeninin cinsel tercihlerim olamayacağını düşündüm. “Ege’yle sözleşmiştik. Bana araba kullanmayı öğretecekti. Acaba beni buraya neden çağırdığını öğrenip sana yardımcı olduktan sonra hemen kaçabilir miyim?”

Acelem olduğunu belli edersem sorusuna yanıt vermekten kurtulabilirim diye ümit ettim. Yanılmıştım.

“Eşçinselliğe yatkınlığının olduğunu biliyorum Helin. Bana ilk günkü bakışlarını gördüm.”

Ben bu konunun sorun yaratıp yaratmayacağına dair korkularımla ilgili ne yapacağıma karar verene kadar o, sözüne devam etti. Çekindiğimi görmüşse bile üstüme gitmek yerine soğukkanlılığını korudu.

“Seni yanıma çağırmamın nedeni Volvo XC90 hakkında konuşmak.”

Uzattığı sigara paketini geri çeviremeyeceğimi düşündüğüm için bir dal aldım. Yakabilmek için çakmak isteyecekken koltuktan kalktı ve bana doğru yaklaştı. Yüzünü benimkiyle aynı hizaya getirdi. Sigarasının yanan ucunu dudaklarımın arasında duranla buluşturdu. Daha önce hiç sigara içmemiştim ama yanması için içime çekmem gerektiğini biliyordum. Gizem’in yakınlığı hoş bir şekilde rahatsız etse de uzaklaşmadım.

Ağzıma dolan duman beni öksürtmeden sigarayı dudaklarımdan ayırdım. Gizem koltuğa döndü, bense onun bu hareketinden cesaret bulup rahatladım. “Konuşalım,” dedim. İyi ki kapı açıktı, yoksa dumanın tükettiği temiz havayı tamamen kaybederdik.

“Bu gece de senin çıkmanı istiyorum.”

Uzun yıllardır sigara içtiği belli olan bir insana sigara içiyormuş gibi yapmanın bu kadar zor olacağını bilseydim pakedi geri çevirirdim. “Diğerlerine haksızlık olmaz mı?”

“Diğerlerine aylardır öğretmeye çalıştığımız şeyleri tek seferde uyguladığın araba, sağlam bir arabaydı. Hayır tatlım, kimseye haksızlık olacağını sanmıyorum.”

Dünkünü rahat bir şekilde atlatmıştım ama bir dahakine hazır olduğumu sanmıyordum. Yakalanma riskini diğerleri kadar rahat karşılayamıyordum. Geri çevirme şansım var mıydı ki? Gizem’e çok şey borçluydum. Gitmekten başka şansım yoktu.

“Kimlerle?”

Ben daha birinciyi yeni yakmışken, hatta küllerini silkelemeyi unutacak kadar dalgınken o ikinci sigarasını yakıyordu.

“Akşam bulunur. Sen de içlerinde olacaksın.”

Başımı salladım. “Tamamdır.”

Aynalı masanın üstündeki makyaj malzemeleri, koyu renk ojeler, hap kutuları, içi boş sigara paketleri, uzun ve siyah kolyeler… Hepsini tek tek incelerken geçen sürede yeni bir şey söylememiş olmasını, söylemek istediklerini çoktan konuşmuş olmasına bağladım. Ayağa kalktım.

“Eğer bu kadarsa…”

“Tabii, Ege’yi bekletme.”

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve yaptığım şeyi fark ettikten sonra kendimi rahat bıraktım. Alt tarafı arkamı dönüp çıkmam gerekiyordu.

“Görüşürüz.”

Kelimelerle cevap vermek yerine başını sallamakla yetinmişti. Elimle daha önce hiç bu kadar uzatmadığım siyah saçlarımı başımın üstünde diğer tarafa attım. Yaptığımız konuşmanın üstümde bıraktığı etkiye rağmen elimden geldiğince normal bir şekilde odanın kapısına yönelmeye çalıştım.

“Helin…”

Kapının eşiğinde durup hafifçe yan döndüm.

“Ara sıra uğra. Burada yalnız kalmak sıkıcı olabiliyor.”


Kitabı düzenli olarak takip ediyorsanız bana TikTok’tan bir videomun altına yorum bırakarak takip ettiğinizi söyleyebilir misiniz? Çok teşekkür ederimm

error: Bu içerik koruma altındadır.