༯ 25 ༯
ESMA
Herkes başarılı olmak ister, öyle değil mi? Bir şeyleri yapabilmek ve daha da önemlisi o şeylerde iyi olmak…
Peki ya başaramadığında o hırsı nereye yatırırsın?
İşte cevap benim. Sanki herkes parasını bana yatırmış durumda. Hayatım bir at yarışı ve insanlar beni eğitmek, çalıştırmak ve gaza getirmek dışında başka hiçbir şey yapmıyorlar.
“Benim kızım doktor olacak.”
“Hayır, avukat olacak.”
“Ne avukatı yahu, mühendis olacak mühendis…”
“Mühendislik de nedir? Cerrahlık kadar para kazandıranı var mı şu dünyada? Bir hoşsunuz siz de…”
“Kızınız en iyi okula girecektir, hiç merak etmeyin.”
“Evet, öğretmenlik hayatımda Esma gibi bir öğrenci görmedim. En yüksek bursları o alacaktır.”
Her şey ilkokul öğretmenimin aileme benim ne kadar çalışkan olduğumu söylemesiyle başladı. Birinci sınıftaydım. Okuma yazmayı sınıfta ilk ben sökmüştüm. Ödevlerimi zamanında yapıyor ve bundan zevk alıyordum. Bana sorumluluk verilmesine yeni yeni alışıyordum. Her ne kadar bu sorumluluklar bir iki sayfalık birinci sınıf ödevi olsalar da yapmam gerekeni yapmak benim için önemliydi.
Görüyorsunuz ya, kendim için yapıyordum. Kimseyi mutlu etmek gibi bir hedefim yoktu, en azından o sıralar…
Kalabalık bir aileye sahiptim ve hepimiz tek bir evde yaşıyorduk. Liseden mezun olabilen sadece üç kişinin maaşıyla tüm ev geçiniyorduk. Ailemizde üniversiteye girebilen kimse olmamıştı. İşte bu nedenle ben, onlar için bir hazine haline gelmiştim.
İlkokul öğretmenimin annemle babamı okula çağırmasıyla değişen hayatım, beni henüz tüketmeye başlamamıştı. Daha çok küçüktüm! Üçüncü sınıfa geçtiğimde beşinci sınıfın matematiğini bitirmiştim. Yaşım gereği bana müfredat ağır geliyordu. Annem, bu ekstra dersleri karşılayabilmek için artık yakın çevredeki altı eve temizliğe gidiyordu. Bana ısrarla sadece iki yere gittiğini söylüyordu ama yalan olduğunu biliyordum.
Durum böyle olunca kendime tek söylediğim şey “Biraz daha çalışsam olur aslında”ydı.
Dördüncü sınıftayken o seneki müsamerede tiyatro oynanacaktı. Külkedisi’nin rolleri dağıtılırken başrolü kapmak istemiştim çünkü en çok söz ona aitti. Maalesef öğretmenimiz Külkedisi olması için sınıfımızdaki sarışın ve mavi gözlü bir kıza rolü verdiğinde bana prensin balo düzenlediğini duyuran haberci olmak kalmıştı.
Ben haberci olmak istemiyordum. Hem, öğretmenin beni neden Külkedisi yapmadığını da anlayamıyordum. Hiç kimse kendi rolünü ezberleyemiyordu! Haftada iki gün konferans salonunda prova yapıyorduk ama oyun hiçbir şekilde ilerleyemiyordu.
Külkedisi zaten konuşamıyordu, öğretmenimiz sürekli olarak ona ne söylemesi gerektiğini okuyordu. Sıra üvey kız kardeşlere geldiğinde de durum farklı değildi. Üvey annenin sert ve sinirli konuşması gerekirken sanki ağlayan bir çocuğu avutmaya çalışan biri gibi duyuluyordu.
Konuşma sırası Peri Anne’ye geldiğinde Ayşegül’ün de sözlerini unutmasına katlanamadım ve bağırarak söylemesi gereken sözü ben söyledim.
Öğretmen “Esma, Peri Anne’nin tüm sözlerini biliyor musun?” diye sorduğunda baştan sona Peri Anne’nin oyun boyunca söylemesi gereken sözleri ezberimden söyledim. Ayşegül’le rolleri değiştiğimizde halimden memnundum. Peri olmak haberci olmaktan iyiydi. En azından kanatları vardı.
Müsamereye bir hafta kala kostümlü prova yapmaya başlamıştık ve Selin, hâlâ Külkedisi’nin sözlerini söyleyememekte ısrar ediyordu. Artık motora takmış bir şekilde oyundaki bütün karakterlerin rollerini ezberimden söylüyordum. Öğretmenimiz Duygu Hanım beni Külkedisi yapmayı düşündüğünü söylediğinde çok mutlu olmuştum ama bu mutluluğum uzun sürmemişti. Selin’in rolünü değiştirmek istemiyor oluşu ve gözyaşları beni o kadar üzmüştü ki Peri Anne olarak kalmak istediğimi söylemiştim. Bu benim söylediğim ilk yalandı.
Beşinci sınıfın ilk günü öğretmenim aileme sınıfı atlayabilecek düzeyde olduğumu söylediğinde annemle babam çok gurur duymuşlardı. Sınıf atlamayı istediğimden emin değildim çünkü Selin benim en yakın arkadaşımdı ve onunla aynı sınıfta olmaya devam etmek istiyordum.
En sonunda ailem bana kıyamadı ve benden yaşça büyük öğrencilerle birlikte olmamı istemediler. Özgüven problemi yaşayabileceğimi düşündüler. Öğretmenim üst dönem derslerine çalışmaya devam ettikçe bir sorun olmayacağını söylediğinde babamın gülümsemesi biraz hüzünlü hale geldi.
Daha çok özel ders, daha çok para demekti.
Yüzündeki değişikliği yakaladığımı gördüğünde tekrar eskisi gibi gülümsemeye çalıştı. “Benim başarılı kızım,” dedi ve bana sarıldı.
Beşinci sınıf müsameremiz, yapacağımız son gösteri olacaktı. Ortaokuldan itibaren bir daha müsamere yapmayacağımızı öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Bir daha insanların karşısında şiir okumam, koroyla şarkı söylemem ve en kötüsü bir daha tiyatro oynamam gerekmeyecekti.
Bu son gösterimizdi ve ben de bu yüzden çok güzel olmasını sağlayacaktım.
Öğretmenime gidip bu seneki müsamereyi nasıl yapmamız gerektiğini anlattım. Öyle tek bir seferde koro olup bitmeyecekti. Şarkılar bu sefer aynı şiirler gibi aralara dağıtılacaktı. Şu ana kadar oynanmış en güzel tiyatro oynanacaktı ve ben de içinde olacaktım. Müsamere davetiyelerimizin arkasındaki resmi fotoğrafçıdan bulmak yerine resim dersinde sınıfça yapacağımız resmi kullanmamızın daha güzel olabileceği ortadaydı. Ayrıca gösteri başlayana kadar veliler acıkabilirdi ve koridora vişne suyu ve sosisli sandviç konabilirdi. Sosisli sandviçi herkes severdi.
Duygu Öğretmenim, fikirlerimi duyduktan sonra beni öğretmenler odasına götürdü. Oradaki herkese az önce kendisine söylediklerimi yeniden anlatmamı istedi. Bunu neden yaptığını başta anlamamıştım ama sonrasında o seneki gösteri gecesi organizasyonu bir anda tamamen benim kontrolümde olmuştu.
Öğretmenlerle birlikte organize ettiğim gösteri gecesi; bana müdür tarafından verilen bir başarı belgesiyle sonuçlanmıştı. Hem de okuldaki herkesle tanışmış oldum. Bir sürü yeni arkadaş edindim, durum böyle olunca da Selin sadece onunla arkadaş olmadığım için bana küstü. Aynı anda birden fazla arkadaşımın olmasını istemem suç muydu?
Gösteriyi izleyen yüzlerce veli, annemle babamı tebrik ederlerken bir tanesi farklı bir şey söylemişti.
“Ben Özel Hayal Sanat Akademisi’nin tiyatro bölüm başkanıyım. Çocuklar için açtığımız yeni bir kurs var ve Esma’yı orada görmeyi çok isterim. Gerçekten çok yetenekli bir kızınız var.”
Babam şaşkınlıkla teşekkür ettikten sonra daha dik durdu. “Kızım sadece oyunda Juliet’in annesini oynamadı. Aynı zamanda oyunu o yönetti ve kostümleri de annesiyle dikti,” dedi. Benimle tiyatro konusunda da bu kadar gurur duyduğunu bilmiyordum.
Tiyatro bana her şeyiyle o kadar zevkli geliyordu ki müsamere bittiğinde kendimi büyük bir boşlukta hissetmiştim. Artık hazırladığım bir şey yoktu, oynadığım ya da yönettiğim bir oyun yoktu… Kendimi kötü hissediyordum ama bu tiyatro kursu beni yeniden heyecanlandırmıştı.
“Öyle mi? Bakın bunu bilmiyordum. On bir yaşındaki birine göre gerçekten çok yeteneklisin, mutlaka kursta seni görmek isterim,” dedi ve cebinden cüzdanını çıkarttı.
Annem “Aynı zamanda okul birincisidir Esma. Şimdiden yedinci sınıf derslerini alıyor. Öğretmenleri de çok başarılı buluyor,” dediğinde gözlerimi yere sabitledim. Tamam, şimdi beni utandırmaya başlamışlardı bile.
Uzun boylu ve takım elbiseli adam, cüzdanından bir kart çıkarttı ve babama verdi. Bizi pazar günü alınacak olan kayıtlara mutlaka beklediğini söyledi. Çok mutluydum. Yeniden başımı yukarı kaldırdım.
Babam sesini alçalttı ve adama biraz yaklaştı. “Şey… Acaba bu kurs pahalı mıdır?” diye sordu. Annem beni elimden tutup konferans salonunun kapısına doğru yönlendirdi. “Gel bakalım şu sosisli sandviçlerden kalmış mı canım…”
Annem en şık kıyafeti, sadece nikahlarda giydiği uzun kahverengi elbisesiyle beni okulun girişindeki lobiye götürdü. Evdeki hasta ve yaşlı akrabalarımıza bakmaktan ve çalışmaktan başka bir şeye zamanı olmadığı için bugün ona tatil gibi gelmişti. Koltuklardan birine geçtiğimde bana vişne suyu getirdi ve ardından yanıma oturdu.
“Teşekkür ederim anne.”
“Lafı mı olur güzel kızım benim, başarılı kızım…”
Beynime işleyen kelime, her gün en az yüz kere yeniden hatırlatılarak aklımdan çıkmaması sağlanıyordu.
“Tiyatro kursu çok mu pahalı anne?”
Annem önce dudaklarını birbirine bastırdı, ardından kahverengi saçlarını topladığı bir ucu kırık ama hâlâ iş gören tokasını çıkarttı. Başı ağrıdığında bunu yapardı.
“Para kısmı bizi ilgilendirir canım kızım.”
Cevaptan hoşlanmadığımı belirten şekilde ona baktım.
“Orası Özel Hayal Sanat Akademisi… Biliyorsun, üniversiteler hakkında hiçbir şey bilmem ama ben bile orayı duydum,” dedi.
Başımı öne eğdim. “Aslında gitmesem de olur, yani çok da önemli değil. Evde de tiyatro oynayabilirim.”
“Baban geliyor…”
Konferans salonunun kapısının önünde tiyatro kursundaki adamla el sıkıştıktan sonra etrafına bakındı. Annem ona el salladı ve ardından bizi görüp koltuklara doğru geldi. Yanımıza oturmasını beklerken önümde diz çöktü ve ellerimi tuttu.
“Söyle bakalım, gerçekten tiyatroyu bu kadar çok seviyor musun?”
Ona baktım. “Baba, gitmesem de olur. Önemli değil, gerçekten…”
Bir eliyle yüzümün önüne düşen saçlarımı kulağımın arkasına götürdü ve ardından başımı okşadı. “Esma! Lütfen ama, sorumu cevaplamıyorsun. Tiyatro kursuna gitmek istiyor musun?”
Gülümsedim ve başımı evet anlamında salladım. Her şeyden çok istiyordum. Yedinci sınıf matematiğini öğrenmekten daha çok, ders çalışmaktan daha çok, kuzenlerimden ayrı odaya sahip olmaktan çok…
Babam ayağa kalktı. “Tamam o zaman, karar verilmiştir,” dedi ve beni başımın üstünden öptü.
Selin annesiyle birlikte okuldan çıkmak üzereyken onu gördüm ve koltuktan kalktığım gibi yanına gittim. “Benimle barışmayacak mısın?” diye sordum. Kimseyi üzmeye hakkım yoktu.
“Hayır,” dedi.
“Ne yapmamı istersin?”
“5-C sınıfındakilerle arkadaş olma.”
Güldüm. “Selin, biliyorum eskiden onlardan nefret ederdik ama aslında tanımadığımız için onları sevmiyormuşuz. Ayrıca topumuzu alan sınıf aslında 5-D sınıfıymış…”
“Umrumda değil Esma! Ya sadece benimle arkadaş olursun ya da bir daha arkadaş olmayız!”
Ona ne versem onu mutlu edebilirdim bilmiyordum. Beni çok seviyordu ve paylaşmak istemiyordu, anlıyordum ama ondan özür dilememin bir yolu olmalıydı. Belki de ona en sevdiğim şeyi verirsem üzülmeyi bırakırdı.
“Tiyatro kursuna gitmek ister misin?” diye sordum. Bu soruyu sorduğum anda kalbimden kopan parça nereye düşmüştü bilmiyordum. O kursa gitmeyi gerçekten çok istiyordum ama eğer Selin mutlu olacaksa o zaman gitmesem de olurdu.
“Kurs mu?”
“Evet. Babam beni tiyatro kursuna gönderecek. Hem de Hayal Akademisi diye bir yerde. Benim hakkımı sana verebilirim eğer istersen.”
Hayatımda sunduğum en büyük fedakârlık olarak yerleşmişti kalbime. Belki büyüyünce saçma gözükecekti ama o an içimde yaşadığım hüznü Selin’e yansıtmamak için elimden gelen tüm tiyatro yeteneğimi kullanıyordum.
“Zaten yüzme, keman, binicilik ve İngilizce kursuna gidiyorum. Bir de senin aptal tiyatro kursunla uğraşamam. Barışmıyorum,” cevabını aldıktan sonra okuldan çıkmasını izledim.
İlk kaybettiğim dostun verdiği acı, benim küçük kalbime saplanırken en azından elimden geleni denemiş olduğumu biliyordum.