Karanlık Lise 3 – Bölüm 33


༯ 33 ༯

DEMİR

“Ne kadar kötü?”

Soruma karşılık olarak Şahsene Hanım sadece dudaklarını birbirine bastırdı.

Dirseklerimi dizlerime koyup başımı öne eğdim. Ellerimi saçlarımda gezdirdim. Hemen bir şey söyleyemezdim. Bunca yıl sahte bir hayat sürmüş olmamın nedeni hakkında yürüttüğüm tahminlerin hepsi hafif kalıyordu.

Başımını kaldırıp gözlerimi açtım.

“Tüm bunları yapmalarının amacı beni mi yoksa Gökhan Erkan’ı korumak mıydı?”

Biraz düşündü. “Babana göre kendisini korumaktı, annene göreyse seni korumaktı.”

Babamın tüm pisliklerine zaten alışkındım ve biraz daha biliyor olmak beni etkilemezdi. Durum sadece ondan ibaret olsaydı cevabım evet olurdu. Ancak annemin tavrı beni biraz daha düşünmeye itiyordu.

Kadirhan Bey “Tamam, kabul edelim ki bu çok zor bir karar. Ancak ben burada Demir’e yardım etme amacıyla bulunuyorum. Kararını etkileyebilecek, almasında ona yardımcı olacak önemli birkaç noktaya değinmek istiyorum. Müsaade ediyor musun Demir?” diye sorduğunda buraya geldiğimden beri ilk defa benden bir şey için izin aldığını gördüm.

“Tabii, kaybedecek daha neyimiz var ki?”

“Güzel. Şahsene Hanım, sorularımı bilimsel terimlerle değil de Demir’in anlayabileceği şekilde yanıtlarsanız sevinirim.”

“Elimden geleni yapacağım.”

“Öncelikle Demir’in bana ulaşmasındaki temel neden kâbusları ve beraberinde gelen acıydı. Bunların açıklamasını yapar mısınız?”

“Kâbusların ve kâbusla gelen acının tek sebebi, yaklaşık on beş yıl önce hafızasıyla oynamış olmam. Bastırılmış duyguların çok değer verilen insanla zihninde yeniden uyanmış olması saf bir şekilde anıların da canlanmasına yol açıyor. Üstü örtülen geçmişten önce görüntüler, sonra sesler belirmeye başlıyor. Zamanla buna yüzler de katılacak ki bu da Demir’i son aşamaya itecek.”

“Son aşama nedir?”

“Bipolar bozukluklar, şizofreni, bunama gibi mental rahatsızlıklarla beraber gelecek zorluklar.”

“Sen şaka mı yapıyorsun?”

Tepkime karşılık hemen savunmaya geçerek “Dediğim gibi, kâbusları yaşlandığında ve ölüme yaklaştığında görmeye başlaman gerekiyordu. Şimdi değil,” dedi.

Doğukan sohbet ederken yeri geldiğinde arada “Özrü kabahatinden beter” derdi. Buymuş.

Kadirhan Bey “Başka bir soru soracağım o halde size. Dilan Erkan ve Gökhan Erkan, oğullarına yapılacak işlemin son aşamasının bu şekilde gerçekleşeceğini biliyorlar mıydı?” diye sorduğunda cevaptan şüphem yoktu.

“Söylemiştim.”

“Yine de devam etmek istediler?..”

“Ve yüklü bir miktar para da verdiler.”

O papyonlu pezevengi kumar masasında tehdit ettiği adamlardan herhangi biri öldürmezse ben öldürecektim.

“Demir’in şu anda bulunduğu aşama, son aşamaya ne kadar yakın?”

“Gördüğü rüyaları bana tam olarak anlatmadan bir şey söyleyemem ama…” derken bana döndü. “… sesleri duymaya başladın mı?”

“Uyanıkken bile duyuyorum.”

“Henüz herhangi bir yüz yok değil mi?”

“Hayır yok.”

“Tamam. Zamanımız var. Çok yok ama yine de var.”

Kadirhan Bey yine sözü aldı. “Yani çözüm yolunun varlığından bahsediyorsunuz.”

“Ofisinize ilk geldiğim anda söylediğim gibi. Borçlarımı ödüyorum. Demir’den çaldığım çok şey var.”

“Bir çözümün olması harika. Nasıl bir yol izleyeceksiniz? Seans şeklinde mi?”

“Evet. Demir ne zaman kendini hazır hissederse o zaman başlayabiliriz. Kişi zaten gördüğüm kadarıyla hâlâ kilitli olduğu için sadece canlanmaya başlamış anıları yeniden örteceğiz.”

“Kaç seansı uygun görüyorsunuz?”

“Gidişata göre değişiklik gösterebilir ama tahminen bir aylık bir sürece gireceğiz. Artık beş yaşındaki zihninden çok daha zor erişilebilen bir yapısı var çünkü.”

“Anlıyorum. Bu bir aylık süreç eğer hastam sizin tedavinizi kabul ederse gerçekleşecek, öyle değil mi?”

“Ben sanırım kendimi yeterince iyi anlatamadım. Başka bir şansı yok.”

“Nasıl yani?”

“Eğer uyanan anıları yeniden uykuya yatırmazsak beyni henüz gelişim sürecindeyken kendisiyle suni bir şekilde oynandığını anlayacak ve isyan edecek. Vücut fonksiyonlarının düzensizliği, duygusal dengesizlikle birlikte Demir’i içten içe parçalayacak ve bahsettiğim mental rahatsızlıklara yol açacak.”

Burada bir hata vardı.

“Bir dakika Kadirhan Bey, sıradaki sorunuzu ben sorabilirim sanırım. Az önce bana ailemin unutmam için bunca zahmete girdiği kişiyi öğrenmek isteyip istemediğimi sordunuz. İyice düşünüp emin olmam gerektiğini de sözlerinizle vurguladınız.”

“Evet, öyle söyledim.”

“Yapmayı sunduğunuz tedavi ile her şeyi yeniden unutacağımı söylüyorsunuz.”

“Anladım, tedavinin sonrasında unutacaksın yine evet. Ben sana öncesinde bilmek isteyip istemediğini sordum.”

Kadirhan Bey “Sonradan unutacak olmana rağmen yine de istersen o kişinin kim olduğunu öğrenebilirsin. Ancak bu, tedavi sonrasında onu unutmayacağın anlamına gelmiyor,” dediğinde aklımda tek bir soru vardı.

“Sonrasında zaten unutacaksam öncesinde bilmemin bana ne faydası olabilir ki?”

Şahsene Hanım gülümsedi. “Belki fikrini değiştirmeni sağlar.”

“Kimsenin aklımı bile bile yitirmeme değecek kadar önemli olduğunu düşünmüyorum.”

“Öğrenmeden bilemezsin. Asıl soru, bilmek istiyor musun?”

Neyi istediğime karar veremiyordum. İkilemde kalmanın hissi kendini ön plana çıkartırken bu sorunun cevabı için zamana ihtiyaç duyduğumu bir kez daha kabullendim.

X

Bu işi Gökhan’ın yanına bırakmayacaktım. En basitinden geçen sene dövme yaptırmak konusunda ettiği onca laftan sonra bile gidip onu bir anlığına çileden çıkmış halde görebilmek için geçici dövme yaptırmıştım. Böyle bir durumda çok daha fazlasını hak ediyordu. O benden bir şeyi unutmamı istemişse, ben o şeyi hatırlamak zorundaydım. Ona olan hırsım, beni uzun vadeli etkileyecek bir tercih sırasında ortalıkta bulunmamalıydı. Kaybeden o değil ben olurdum. Öncelikli olarak kendimi düşünmeliydim.

Tedavinin ne kadar acı vereceği umrumda değildi. Bu halde yaşamaya devam edemezdim. Nasıl bir süreçten geçmem gerekiyorsa geçecektim.

Hayatımın tamamını duygusuz bir insan olarak; sevmeden, sevilmeden, güvenmeden ve hissetmeden yaşamama neden olmuş kişinin, bedenime yokluğuyla verdiği zarar yeterince fazlaydı. Varlığıyla yapabileceklerini kaldırıp kaldıramayacağımla ilgili tereddütlerim vardı.

Bir tereddüte sahip olmak… Ne kadar değişmiştim?

Benden silinmesi uygun görülen anılara yeniden kavuşursam, kişiliğimi bu sefer tamamen mi kaybederdim? Yirmi küsür yıllık hayatımda yarattığım ütopyadan, sahip olduğum ve benimsediğim çevreden vazgeçer miydim? Yoksa en eskiye dönüp, onlara bağlanıp şimdiki hayatımı mı unuturdum?

Bekledikleri cevap için benim gibi onlar da daha fazla zaman kaybedemezdi. Zaman daralıyordu. Tedavi seanslarından önce bir karar vermek zorundaydım.

En son ne zaman açtığımı hatırlayamadığım büyük televizyonun karanlık ekranını izlemeyi bıraktım. Toparlanmam gerekiyordu. Acele etmeden koltuktan kalktım. Ne zaman düşünmem ya da hiçbir şeyi düşünmemem gerektiğinde başına geçtiğim beyaz piyanoya yöneldim. Oturup ellerimi tuşların üstüne yaklaştırdığımda bana yardım edebilecek tek şarkı olan Say Something‘i çalmaya başladım.

O, yanımda olmayabilirdi ama en azından şarkısı benimleydi. Müzikaldeki sahneyi gözlerimin önüne getirmemle kulaklarım Güneş’in sesiyle doldu. Sanki odadaymışçasına şarkıyı söylemeye başladı. Duyduğum ilk andan hafızama kazıdığı uyum, kendi güzelliğiyle ruhuma iyi geliyordu.

Kendimi biraz daha iyi hissettiğimde gözlerimi açtım. Parmaklarımın hareketi olması gerekenden daha farklıydı. Her şey istediğim gibi duyuluyordu ama piyanoda bambaşka bir parça çalıyordum.

Kulaklarımda hâlâ Güneş’in sesiyle Say Something‘i varken çaldığım parçanın ne olduğunu bastığım notalardan çıkartmaya çalıştım.

Ay Işığı Sonatı‘ydı.

Say Something‘i unutup tamamen çaldığıma odaklandım. Artık tuşlara daha sert basıyor, salonun akustiğini maksimumunda kullanıyordum. Ancak her şey boşunaydı. Hâlâ bastığım hiçbir nota kulağıma ulaşamıyordu.

Anın yarattığı şokla ellerimi çektim.

O kadar sinirlenmiştim ki bağırmak istiyordum. Kendimi bildim bileli hep yanımda duran piyano, bana ilk kez ihanet etmişti. Notalar bana yalan söylemişti, kulaklarım beni kandırmıştı.

Değer verdiğim her şeyin benden bir bir uzaklaşmasını görmeye artık katlanamıyordum. Ama hata daha en başından bendeydi zaten:

Değer vermemeliydim.

İkinci tercihim basketbol oynamaktı. Okulun yaz tatilinde açık ve boş olacağını biliyordum. İçine rastgele birkaç parça eşya ve ayakkabı tıktığım çantayı kapatıp arabanın arka koltuğuna attım.

X

“Bilmek istiyorum,” dedim.

Kararımı duyduğuna şaşırmayan Kadirhan Bey, doğruca Şahsene Hanım’a baktı. Göz göze geldiler.

“Ben nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Nereden başlamalı, nasıl devam etmeli…”

“Bize basitçe Gökhan Erkan tarafından unutturulmak istenen kişinin ismini söyleyerek başlayabilirsiniz.”

Kadirhan Bey’in ofisinin dünkü karamsar hali, her kitaplığa ve parkeye çökmüştü yine. Gerçekleri anlatmak istemeyen bir kadın oturuyordu yine karşımda. Siyah, uzun bir elbise giymişti. Gözlerinden onun da gece iyi uyuyamadığı belli oluyordu. Bugün yeniden bir araya gelmeden önce hafızasını tazelemesi gerekmişti. Hoş olmayan anılar, dün gece uykusunu kaçırdığı gibi şimdi de aklından gerekli kelimeleri kaçırıyordu. Tam da yine beni alakasız şeylerle oyaladığını düşünmeye başlıyordum ki bir şey söyledi:

“Anlatmaya başlamadan önce söylemeliyim ki, hayatımda senin kadar fedakâr bir genç görmedim. Hikâyene ve kararına saygı duyuyorum.”

“Kusura bakmayın ama neyden fedakârlık ettiğimi anlamış değilim.”

“Sana anlattıktan sonra tedavi ile yeniden unutturacağım geçmişin hakkında yapacağın, yapıyor olduğun fedakârlıktan bahsediyorum.”

“Efendim?”

“Sana kavuşmaya çalışan anılarını yeniden aynı örtü altına almak… Yapacağımız şey bu olacak. Tedaviyi bunun için uygulayacağım.”

“Sonrasında her şey bitecek mi? Kâbuslar, uykusuzluk, acı? Her şeyin gitmesine ihtiyacım var.”

“Evet. Ayrıca tavsiyem gerçekleri sana tedavinin sonunda anlatmam yönünde. Bunun hakkında dün akşam çok düşündüm. Bu, ikimize de iyi gelecek. Hem sen öğrendikten sonra aslında hissetmen gerekenleri hissetmiyor olacaksın hem de anlatmak daha kolay olacak, benim için.”

Duygularımı yeniden kaybetme konusunda onay verdiğimi hatırlamıyordum.

Kadirhan Bey benim küfür edeceğimi anladığı anda elini havaya kaldırıp beni durdurdu. “Şahsene Hanım, dünkü buluşmamızda tedavinizin bu yönde işleyeceğinden bahsetmediniz. Bu bilginin hastamın kararında değişiklik yaratabileceğini belirtmek istiyorum.”

Şahsene Hanım önce Kadirhan Bey’e sonra bana baktı. “Anılar duygulara bağlı, duygular da anılara. Emin olun, bu konu hakkında yapabileceğim hiçbir şey yok.”

Bu kabul edilemezdi. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor olmalıydı. Bedenime, aklıma, benliğime bir daha asla böyle bir şeyin yapılmasına izin veremezdim.

“Demir’in bu konuyu düşünmek için yeniden zamana ihtiyacı olacaktır. Ayrıca kendisiyle bire bir görüşme yapmadan onu sıfırlayacak, en başa yeniden atacak bu tedaviyi kabul etmesine razı değilim.”

“Zamanımız yok. Durumun zorluğunu anlıyorum fakat eğer iyileşmek istiyorsa ikisinden de vazgeçmek zorunda.”

“Tüm saygımla tartışmamıza son vermek istesem de, hayatının geri kalanında o siyah beyazlığa geri dönmesine izin veremem. Bu, mutlaka üstünde kafa yorulması gerekilen bir konu. Lütfen hastamı zamanımızın olmaması gibi sebeplerle aceleye getirmeyin.”

İki deli, ofiste ben yokmuşum gibi sırayla birbirini ikna etmeye çalışırken kendimle baş başa kaldım.

Ne kadar kolaydı, öyle değil mi? Sorun bir başkasının sorunu olduğu sürece tartışılan, sadece fikirlerdi. İnsan sabahtan akşama kadar kendi düşüncesini başkasına kabul ettirmeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyordu. Arkadaşından gelen bir davet, alışverişte pazarlık, kartların inandırdığı kumar… Konu benim hayatımdı ve söz sahibi olması gereken tek kişi bendim.

“Yeterli!”

Konudan o kadar sapmışlardı ki, sesimi duydukları anda gerçeğe döndüler. İkisi de uçlarına kadar kaydıkları koltuklarda yavaşça geriye yaslandılar. Sonunda, biraz sessizlik…

Her ne kadar söylediği şeyler benim aklımdan geçen düşünceler olsa da sadece sinir olduğum için Kadirhan Bey’e dönüp “Öncelikle, bir tedavi görmeden önce sizden onay almam gerektiğine dair hiçbir kâğıt imzalamadım. Bu nedenle burada bulunma amacınız sadece fikir vermek. Bunun dışında hiçbir şeyden sorumlu değilsiniz,” dedim.

Tabii cevap vermeyecekti.

“Şahsene Hanım, bazı konuları netleştirmek istiyorum. Dün buradayken bana tedavinin sonunda duygularımı yeniden kapatacağınızı söylediniz mi?”

“Kâbusların ve acının sona ermesi için anıları yeniden unutman gerekiyor. Tedavi de buna yarayacak.”

“Anılarımın silinmesi içinse… dün bahsettiğiniz o şeyin… neydi? Dayanak noktası mıydı? Kullanacağınız kanal yine duygularım mı olacak?”

“Ben dün bunları açıkça belirttiğimi düşünüyordum. Eğer yanlış anlaşıldıysa kusura bakmayın.”

Saçmalamanın çeşitli derecelerini yaşıyordu bu kadın. Tedavinin ne boka yarayacağını bana söylemiş olması gerekirdi!

“Demir, iyi misin?”

Sinirim Kadirhan Bey’e değildi. Ona baktığımda bunu zaten hemen anladı. Biraz yürümem gerekiyordu.

Ayağa kalktım. “Altı dakika sonra geliyorum.”

Birbiri ardına sıralanan düşüncelerim adımlarımı geçme yarışına girdiğinde, ofis binasından çıkıp arabama ulaşmıştım. Kapının hemen yanında durup anahtarın üstündeki tuşa bastım. Kapıyı kapatmadan önce her zamanki gibi çevreme bakmadım bu kez ve hemen sürücü koltuğuna oturdum.

Sağ elimle cebimden telefonumu çıkartırken sol elimle radyoyu açtım. Son dinlediğim zamandan kalan kanal, otomatik olarak beni aptal bir reklama maruz bırakırken birkaç saniye daha dayandım ve telefonla radyo arasındaki bağlantıyı kurdum.

Elektrogitar, hoparlörleri patlatırcasına arabanın her köşesine yaydığı Hypnogaja’dan Here Comes The Rain Again‘in ilk akorunu çaldığında başımı arkaya yasladım.

Gözlerimi kapattım.

Eksikliklerim sahip olduklarımdan fazlaysa yaşamanın ne anlamı vardı?

Unuttuklarım hatırladıklarımdan daha önemliyse devam etmenin ne anlamı vardı?

Kendimi yeniden hissizleştirmek zorunda kalacaksam neden insanların bana bağlanmasına izin verdim? Tamam, soğuktum. Acımasızdım. Bencildim ama hiçbir zaman zalim olmadım.

Belki ben uzaktım ama şu anda birisi için yağmur yağıyordu. Tam toparlarken hayatını, yeniden alt üst olmuştu her şey. Hem de benim yüzümden. Benim yüzümden ağlıyordu, uyuyamıyordu, güvenemiyordu artık. Tek bir gözyaşını bile hak etmeyen Güneş’i bu kadar üzebilmiş olmamın nedeni ona geri dönecek olmamdı. Eğer ona geri dönmeyecek olsaydım bunların hiçbirini asla yapmazdım. Dediğim gibi ben bir pislik olabilirdim ama zalim değildim.

Tedaviyi kabul edersem ona olan hislerim yer yüzünden, benden, müziğimden silinecekti. Ona geri dönmeyecektim ve harika bir insanın hayatını, zaten şu ana kadar benimle olmamış bir şey için mahvetmiş olacaktım.

Bu sadece Güneş’le ilgili değildi. Ya ben ne olacaktım? Eski halime dönmek istiyor muydum? Dışarıdan ne kadar güçlü gözüksem de içeride sadece bir zavallı olduğumu da mı unutacaktım duygularım gidince? Ah, hayır. Böyle bir saçmalığı asla unutamazdım.

Ankara’dayken Cenk’le karşı karşıya kaldığımda boynumda atan korku, son on dakikada kurtarıp hazırlıksız bir şekilde sahnelediğimiz müzikalin sonunda kendini belli eden mutluluk ve tatmin olma duygusu, mezarlıktaki gün Güneş’in ailesiyle yaptığı konuşmanın boğazımda bıraktığı o acı tat, ona annemin tokasını hediye ettiğimde karşılığında bana verdiği gülümsemenin uyandırdığı huzur ve arabayı sahil kenarına çektiğimizde dolan gözleriyle kaputa dayandığı an… Denizden yansıyan ışık onun gözleriyle bir araya gelip bana ulaşmayı lütfettiği o anda onunla yüklerini paylaşmaya karar verdiğim masumiyet, hüzün, acı, arayış, beklenti ve aşkın dudaklarındaki tadı…

Bunların hepsi sandığımın aksine aslında gerçekten de bir insan olduğumu bana haykıran anlardı. Her birini ilk kez hissettiğim bu duyguların, Güneş beni bir bulmaca gibi çözerken parça parça tamamladığını fark etmiştim.

Ve açıkçası ona izin vermek hayatımda yaptığım en güzel şeydi.

Radyoyu kapatıp soldaki aynadan yola baktım. Geçen ikinci araçtan sonra hızlıca kapıyı açıp arabadan çıktım.

İçeri girdiğimde endişeli şekilde beni bekliyorlardı. Kadirhan Bey kolundaki saate bakarak gerçekten altı dakikada gelip gelmediğimi kontrol etti ve başını onaylarcasına salladı. Uyuz bir amcam olsaydı, büyük ihtimalle aynen böyle olurdu.

Ağır adımlarla odada bulunduğum üç seferin hepsinde oturduğum kahverengi renkli, tekli, büyük koltuğa ilerledim. Şahsene Hanım özür dilercesine “Senin için su istedik,” diyerek koltukların arasında kalan sehpayı işaret etti.

“Karar verdim,” dedim.

Arkama yaslanıp bacak bacak üstüne attım. Vücudumu ona ve masasına bakacak şekilde biraz sağa çevirdim. Bir şey söyleyeceğinden adım gibi emindim.

“Öncesinde mutlaka bir görüşme yapmalıyız derim Demir.”

“Konuşacağımız hiçbir şeyin kararımda değişiklik yaratacağını sanmıyorum Kadirhan Bey.”

“Emin misin?”

Derin bir nefes alıp verdim. Ne onu ne de diğerini ikna etmek için konuşacaktım.

Henüz yirmilerimin başındayım. Geçmişte yaşadıklarıma bakıp geleceğime dair birkaç tahmin ve olasılığı hesaba katarsam bu sayının çok da artmayacağını söyleyebilirdim. En azından geçen seneye kadar… Şu zamana kadar böyle düşünmüş ve hep buna göre yaşamış olmamın nedeni temel olarak yaşamaya değer hiçbir şey bulmayışımdan kaynaklanıyordu. Birkaç kez aramayı denemiştim. Mesela babam ellerime kramp girene ve yorgunluktan bayılıp yere düşene kadar beni saatlerce piyanonun başında oturttuğu zamanlarda neden bu işkenceyi kabullendiğimi çok sorguladım. Çevremdekiler ergenliğe girerken bazen farklı davranırlardı, kimi zaman daha yüksek sesle anlatırlardı kendilerini. Bense hep aynıydım. Sanki doğduğumdan beri zaten bir bireydim çünkü bende kendini bulma gibi bir amaç ya da ihtiyaç söz konusu değildi. Başından beri benim için uygun görülmüş yerlere gidip zorunda bırakıldığım sorunlarla ilgilenirken, hatta baksanıza… Bende kalmasının sıkıntı yaratmayacağı anıların varlığıyla yaşamışım işte!

Bunların hepsi bana fiziksel acı çektirene kadar sıkıntı değildi. Verilen zarar benimle başlayıp benimle bitiyordu. Ancak zaman geçtikçe, büyüdükçe kurulan insan ilişkileri beni uzun bir süre soyutlandırıldığım bir sosyal hayata itti. Empati kuramıyor olmamdan kaynaklanan pek çok şey beni insanlardan uzaklaştırdı. İnsanlar hoşuna gidenleri seviyorlardı, sevdikleri şeylere ve kişilere dokunuyor, onlara âşık oluyorlardı. Bana âşık olan hiçbir insana karşılık veremiyor oluşum ve merhametsizliğim beni etkilemiyordu. Etkilenen yalnızca onlardı. Bağırıp çağırıyor, aşk denilen yapay ve ağızlarda sakız bir kavramdan bahsedip ağlıyorlardı.

Neden bu kadar büyüttüklerini bir türlü anlayamıyordum fakat beni sıkmaya başlamıştı. Birlikte olduğum çoğu kızda bu tepkiyle karşılaşmamın beni bir şekilde yaralaması gerekiyordu herhalde. Çünkü beni göğsümden itmeye çalışıyorlar, yüzümde hiçbir ifadenin değişmediğini gördüklerinde ellerini yüzlerine götürüp akan makyajlarını daha da çok mahvediyorlardı. Hemen ertesinde kendilerine kızıp kendilerinden nefret ediyorlardı.

Bunların nedenini anlayamasam da bir insanın ağlama sebebi olmak hoşuma gitmiyordu. Empati kuramamama rağmen buna son vermek istedim. Birlikte olduğum her kıza ya başında ya da sonunda benim için hiçbir şey ifade etmediğini söyledim. Benim bakış açımdan onları uzun süreli bir acıdan ve yıkımdan kurtarıyordum ancak çevrede bu çok yanlış anlaşıldı. Duygularım yoktu ama bir kalbim vardı. Yine de kalpsiz damgası yemek lehime oldu. Artık birlikte olacağım kızlar daha başından istedikleri duygusal karşılığı alamayacaklarını bilerek, sadece sevişmek için benimle oluyorlardı. Yine aralarında kırılan olmuyor muydu, oluyordu ancak ben maalesef ki bunu anlayabilecek yapıya sahip değildim.

Doğru insanla karşılaşmamın hayatımı baştan aşağı değiştirdiğini söyleyebilirim. Güzel gülüşü, saf kalbi ve sarı saçları önce bestelerime yansıdı. Notalarla hücrelerime iyice işledikten sonra kalbimin adeta yeniden atmasını sağladı.

Söylediklerimde o kadar samimiyim ki, geçen yıl bu cümlelerin bir gün benden çıkacağını söyleseydiniz büyük ihtimalle size bu kelimeleri hayatım boyunca yan yana bile görmediğimi söylerdim. Güneş Sedef’in hayatımdaki etkisi, sevgisi ve aşkı bana çok şey kattı. Beni şu anki acizliğime rağmen ayakta tutan onu uzun bir yolculuğa göndermiş olmamdı. Başına gelebilecek herhangi bir kazanın düşüncesinin ensemde diken ettiği tüylerin ürpertisi beni ayakta tutuyordu. Ona geri dönüp her şeyi anlattığımda gözlerine yansıyacak rahatlamayı görmekti artık amacım. Sadece onun için değil, kendim için de bunu yapacaktım. Ona ve onun mutluluğuna ihtiyacım vardı.

Hissedebilmek güzel şeydi.


error: Bu içerik koruma altındadır.