Karanlık Lise 1 – Bölüm 26


Diğer oyuncular çoktan belli olmuştu ve provalara başlanmıştı. Müzikal her geçen gün daha da güzelleşiyordu. Şarkı söylerken ve oyunculuk yaparken karşımda Cenk manyağının olmasına artık alışmıştım ve bu o kadar da batmıyordu. Ben yine de işimi sağlama alıp ondan olabildiğince uzak durmaya çalışıyordum.

Müzikal Ayhan Hoca ile birlikte seçtiğimiz şarkılar üzerinde şekilleniyordu ve Hülya Hoca ile Burak da şarkıların anlattıklarına göre uygun bir olay örgüsü tasarlayıp senaryoyu tamamlamışlardı. Müzikal; önceden konuşulduğu gibi, sevdiği kıza açılmak isteyen esas oğlanla ona âşık olan kızı anlatıyordu. Toplamda dokuz şarkı seslendiriyorduk ve ben yedisinde vardım. Başrolde olmak her geçen gün daha da güzelleşiyordu. Şarkılar harikaydı. Zaten Ayhan Hoca benim sesime ve söyleyiş şeklime uyan şarkılar seçmişti. Cenk’le bu şarkılardan dördünde düet yapıyorduk. Onun da iki solosu vardı. Geriye kalan bir şarkıda da sahne ikiye ayrılacaktı ve sağda Esma dahil olmak üzere kız oyuncular, solda da Cenk, Burak ve diğer erkek oyuncular duracaktı. Kızlar bana şarkılarıyla Cenk’i överlerken, Cenk’lerin tarafında da erkekler ona cesaret veriyormuş gibi yapacaklardı. Tüm koro ve başroller bu şarkıya katılacaktı.

Müzikali kısaca özetlemem gerekirse Grease, Mamma Mia, High School Musical, Pitch Perfect ve Across The Universe karışımı bir şey olacaktı. Şarkıların bazıları bu fimlerden, bazıları ise günümüzdeki popüler şarkılardandı. Dışardan biraz karışık gibi görünse de senaryo, dekor ve müziği birleştirince ortaya harika bir iş çıkıyordu. Böyle bir okulda böylesine bir aktivitenin bu kadar güzel çıkacağını hiç düşünmemiştim ama Çağatay Abi katılanların hiçbirinin bu sene sınıfta kalmayacağını söylediğinde bir anda herkes istekli hale gelmişti işte. Herhalde Çağatay Abi öğretmenlerle konuşup hepimiz için ekstra puan sağlayacaktı.

Haftada iki gün prova yapıyorduk ve kendi repliklerim ile şarkıları hemen ezberlemiştim. Cenk’in replikleri de tamamdı ama şarkıların bazı yerlerinde sesi kayabiliyordu. Ayhan Hoca’dan yaklaşık on defa onun yerine Demir’i denemesini istedim ama bana Demir’i piyanoda kaybetmek istemediğini söyledi.

İşte, bir kez daha haklı çıkmıştı Demir Bey.

Oyunun en sonunda beklenen an geliyordu ve esas oğlan esas kıza, yani bana, açılıyordu. Müzikal mutlu sonla bitiyordu. O son sahnede Cenk oyun gereği elimi tutuyordu ve beni sevdiğini anlatan o şarkıyı söylüyordu. Ne zaman bu bölümü çalışsak, Demir’in piyano yerine bana baktığını görüyordum. Notalara bakmadan çalıp Cenk’le olan bu sinir bozucu sahnemi izleyebilmek için ilk o şarkının notalarını ezberlediğinden emindim. Tipik Demir işte… Hiç bozmadığı ama her seferinde çok şey anlattığı sert ve duygusuz bakışlarıyla bizi izliyordu.

Demir’in evime gelip Cansu olaylarıyla ilgili doğruları açıkladığı gecenin üzerinden üç hafta geçmişti ve Demir’le bu süre içinde aramız normaldi. Yani iyi gibi sayılırdı aslında. Emir cümleleri, kısa konuşmalar, cevaplanmayan sorular ne kadar normalse işte o kadar normaldi. Tabii değişen şeyler vardı. Okulda yan yana otururken konuşmaya başlamıştık artık. Bu bir şeydi. Hem de büyük bir şey…

Tabii yine kısa cevaplar veriyordu, hatta bazen yine cevap vermiyordu ama olsun. Değişen en büyük şeyse her gün ne giysem mutlaka laf edecek bir yan bulmasıydı. Beni sahiplenmesi ve kıskanması tabii ki hoşuma gidiyordu. Yine de sevip sevmediğini bilmiyordum çünkü hiç bu konu hakkında konuşmamıştık. Zaten daha çok yeniydi.

Müzikal çalışmaları hızla devam ederken dekor ve kostüm işinde olan Cansu çıldırıyordu. Başrolü alamadığı için hep bana kötü kötü bakıyordu. Pek takmasam da onun kötü planlar peşinde olabileceğinden korkuyordum. Yine. Yarıyıl tatilimizin tamamı müzikalle geçmişti ve okul gerçekten bu işe değer veriyordu. Şubatın sonunda İstanbul içindeki liselerin müzikal yarışması vardı ve yaklaşık bir haftamız kalmıştı.

Her konuda deneyimi varken, iltifat etmekte ve güzel bir şeyler söylemekte sıfır olan Demir’in hoş ve olumlu şeyler söylemesini duymak hem harikaydı hem de gurur vericiydi.

“İyi olacaksın,” demişti Demir.

“Korkmuyorum, sadece heyecanlıyım,” diye yanıtlamıştım.

Ellerini yüzüme yaklaştırdı. Avcuna yaslandım.

“Ne zaman heyecanlanırsan beni düşün, yanında olduğumu. Hemen aşağıda piyanoda olacağım ve hep seni izleyeceğim.”

Demir’le çok fazla yalnız kalamamıştık. Kalabildiğimiz zamanlarda da ya sahilde yürüyüşe çıkmıştık ya da yemeğe gitmiştik. Beni ne zaman evine davet etse veya o bizim eve gelmek istese bir bahane bulup uzaklaşıyordum. Saçma bir şekilde, Helin’in tüm söylediklerine rağmen beni cinsel bir birlikteliğe zorlayacak olmasından korkuyordum. Aslında ben de bunu onunla paylaşmak istiyordum ama zamanı şimdi değildi. Henüz kendimi hazır hissetmiyordum. Eğer içinde yatak bulunan bir odada baş başa kalırsak bunu yapmam gerekecekmiş gibi saçma, gereksiz, çağ dışı bir algı vardı kafamda ve bu algıdan çıkamıyordum.

Dilersem aynı yatakta uyuyayım, kimseyle ben istemediğim sürece bir şey yaşamak zorunda değildim. Bu kişi sevgilim de olsa, yarın öbür gün nişanlım veya eşim bile olsa ben rıza göstermedikçe bedenim hakkında hiçkimse bir talepte bulunamazdı. Bu durum erkekler için de tabii ki geçerliydi. Demir’in beni istemeyeceğim bir şeye zorlayacağına aslında çok da ihtimal vermiyordum ama bu konuları henüz açık açık konuşamadığımız için, etraftan onun hakkında duyduğum dedikoduları baz alarak kendimi yok yere geriyordum. Bir kere güzelce konuşsak, endişeleneceğim hiçbir şey kalmayacak gibi hissediyordum.

Müzikal günü hepimiz çok heyecanlıydık. Toplamda on iki okul vardı ve biz ikinci sırada çıkacaktık. Hepimiz yan yana bir sıraya oturmuştuk. Kostümlerimiz, dekorumuz, şarkılarımız, her şeyimiz hazırdı. Yan yana otururken Demir’le Esma’nın arasına yerleşmiştim. Okuldakiler bizim çıktığımızı bilmiyorlardı, beni belki de Demir’in gücünden veya statüsünden yararlanmak isteyen bir diğer fırsatçı olarak görüyorlardı. Henüz hiç seks yapmadığımızı duysalardı, kızlar bunu olay haline getirirlerdi.

Cenk, Demir’in yanına oturmuyordu artık. Aralarına bir koltuk bırakarak bir yana oturmuştu. Cansu gelip Demir’in yanının boş olduğunu gördüğünde, hemen Masal’ı satıp Demir’le Cenk’in arasına yerleşmişti. Ne kadar gıcık olsam da bir şey söylemedim.

Nasılsa istediğini alamamıştı. Başrolü ben kapmıştım, Demir’i de. İstediği kadar çıldırabilirdi.

Cansu oturduğu zaman Cenk ona “Nerede kaldın? İlk ekip perdeyi açmak üzere!” dedi.

“Hiç, geldik işte. Kız işleri. Bilirsin,” diyerek güldü.

Sonra bana döndü ve gülümsemeye devam etti. Ne karıştırıyordu bu? Bir şey karıştırmasa olmazdı zaten. Az sonra kendi okuluyla gösteriye çıkacak olmasının dahi önemi yoktu. Bir insan ancak bu kadar hırslı olabilirdi.

Perde açıldı; bir spot ışığı ve başrolde olduğunu tahmin ettiğim kız sahnedeydi. Beyaz bir elbisesi vardı. Şarkısına başladı. Birkaç saniye müzik devam etti. Hepimize tanıdık gelen notalar birbiri ardında sıralanırken bazı şeylerin ters gittiğini anlamıştık bile.

Cenk “Hey! Bu benim şarkım!” dediğinde hepimiz sahneye kitlenmiştik.

Bizim kurgumuzda birazdan Cenk’in tek söyleyeceği şarkıyı o an o kızın söylediğini fark ettik. Helin “Sadece bir şarkımız aynı, çok takmayın, bir şey olmaz,” dedi. Hepimizi biraz rahatlattı. Kız ilk şarkıyı başarıyla söyledi. Kostümler ve dekorları farklıydı. Her şey normale dönüyor gibiydi.

Taki ki kız ikinci şarkıya başlayana kadar.

Burak “Bu kadar olmaz! Bunu da Güneş söylecekti!” diye fısıldadığında bize, ortada neyin döndüğünü çok iyi anlamıştım. Gerçekten böyle tesadüf olabilir miydi? Asla olamazdı.

”Belki Helin haklıdır, sadece bir tesadüf olabilir,” diye birbirini rahatlatmaya çalışanlar vardı ama iki şarkı biraz fazla oluyor gibiydi.

“İki şarkı da mı tesadüf?”

Demir yanımdan “Belki de üç,” dedi. Sahneye dönüp baktığımda, bizim birazdan çıkınca sergileyeceğimiz sahnenin aynısıyla karşılaştık. Sahne bir perdeyle ikiye ayrılmıştı ve bir tarafta kızlar, bir tarafta erkekler şarkı söylüyordu. Kurgunun Grease’e benzer yanı onlarda da başlamıştı. Cenk yandan “Sikeyim böyle işi! Çalmışlar!” diyerek ayaklandı.

Cenk’in insanları gaza getirme portansiyelinin yüksek olduğunu biliyordum. Ayağa kalktım ve eğilerek, en köşede oturan Ayhan Hoca’ya doğru ilerlemeye başladım.

“Hocam, ne yapacağız?” diye sordum.

Hülya Hoca yandan “Hemen toplanın ve kapının önüne çıkın! Hemen!” diye kaş göz işareti yaptı. Başımı sallayıp koltuğuma geri döndüm. Ekibe Hülya Hoca’nın emrini aktarmaktan başka bir şansım yoktu. Tüm emeğimizi kendilerine uyarlamış olan okulun gösterisini izlemeyi bırakıp dışarı çıktık.

Esma “Şimdi ne olacak? İkinci çıktık diye bu sefer onlar jüriye bizim çaldığımızı söyleyecekler. Tamamen delilik!” dedi.

Hülya Hoca “Hepiniz koridorun sonundaki toplantı odasına girin. Ben jüriyle konuşup geliyorum,” diye bağırdı. Hiçbirimiz yerimizden kıpırdayamadık.

Haftalarca her gün saatlerce çalıştığımız şarkılar, sırf prova olması için kafede Arda ve arkadaşlarından mesaiye kalmalarını rica edişlerim, hepimizin okul sonrası döktüğü ter… Her şey beş dakikada çöpe gitmişti. Olayın şokundan dolayı kıpırdayamadığımızı fark etti. Hülya Hoca, “Dediğimi yapın ve hepiniz o odaya gidin! Hadi!” diye güçlü bir şekilde bağırdı. İrkildim ve odaya doğru yürümeye başladım.

Ayhan Hoca yüz ifadesi donuktu. Toplantı odasının kapısını kapattık. Hiçbirimiz bunun olacağını tahmin etmemiştik. Sonunda başımı kaldırıp diğerlerine baktığımda tek bir kişinin gülümsediğini gördüm:

Cansu.

“Sen verdin değil mi?” diye çıkıştım umursamadan. Anında suratındaki sırıtmayı silip üzgün bir ifade takındı.

Sesi kötüydü ama oyunculuğu Oscar’lıktı.

Provalarda defalarca bizi videoya çektiğini görmüştüm. Nerede kullanacağını hep merak etmiştim ve gidip bunları öbür okulla paylaştığına emindim.

“Sen ne diyorsun güneş ışığım?”

Bir de dalga geçiyordu.

“Şarkılarımızı o okula sen verdin değil mi? Aylardır hepimiz okulda buna çalıştık ve sen..? Sen onlara sattın öyle mi? Ne için yaptın bunu ha? Başrolü alamadığın için mi?” Ona doğru yürüdüğümde Demir beni kolumdan tuttu ve geri çekti. Ayhan Hoca aramıza girdi. “Cansu, bu doğru mu?” diye sordu.

“Hayır hocam, Güneş iftira atıyor.”

Yalan söylüyordu.

Ayhan Hoca “Güneş, bu söylediklerini kanıtlayabilir misin?” diye sorduğunda başımı hayır anlamında salladım. Hiçbir şekilde bunu kanıtlayamazdım. Cansu oyununu iyi oynardı.

Bir anda kapı açıldı ve Hülya Hoca girdi.

Hepimiz ona bir çözüm bulmuş olmasını ümit ederek baktık ama hayal kırıklığına uğrayacaktık.

“Çocuklar çok üzgünüm. O kadar çalıştık…” Hülya Hoca gerçekten çok sinirliydi. Hem sinirli hem de üzgün… O güzel senaryo için Buraklarla gece gündüz çalıştığını biliyordum. “Şimdi ne olacak? Geri mi çekiliyoruz?” dedi Helin.

“Buraya kadar gelmiştik. O dekorların hepsini geri götüreceğiz,” dedi Masal.

Burak, “Lanet olsun ya!” diye homurdandı.

“O liseyi şikâyet edemez miyiz?” diye sordu Esma.

“Şikâyet etsek bile artık çok geç. Başvurular yapılırken hangi şarkıları söyleyeceğimizin listesini falan istemediler. Şimdi bir de onlardan sonra çıkacağımız için aslında tamamen batmış durumdayız,” dedi Hülya Hoca.

Yapılacak bir şey yoktu.

Hepimiz bunu çok istemiştik. Ben de çok istemiştim. Buraya kadar emek harcamıştık ve karşılığını alamamamız hepimize için ağır bir darbe olmuştu.

“Hadi, toplanalım,” dendiğinde herkes kapıya yöneldi.

Gitmek istemiyordum. Haftalar, aylar sonra hayatımda ilk kez bir şey için heyean duymuştum ve ne Cansu’nun ne de o hırsız okulun bunu benden almasına izin vermeyecektim.

“Kaç dakikamız var?”

Kapıdan çıkmak üzere olan yüzlerin hepsi bir anda bana döndü.

Ayhan Hoca “Ne için kaç dakikamız var?” diye soruyla karşılık verdi.

Hülya Hoca’ya döndüm.

“Siz jürinin yanından, içeriden dönüyorsunuz. Gösteri bitmiş miydi?”

“Son şarkıya geçmişlerdi. Ne oldu?”

Kafede bir sipariş unutulduğunda Arda’yla icat ettiğimiz bir hesaplama yöntemimiz vardı; müşteri kaç dakika önce gelmişti, ne zamandır bekliyordu, ne desek veya önden ne ikram etsek sorun çıkarmadan bize vakit kazandırırdı?

“Şimdi… Ortalama olarak bir şarkının dört dakika süreceğini öngörürsek ve bir dakikasının çoktan geçtiğini düşersek, bize kaldı üç dakika. İki lise arası hazırlanmak içi verilen süre de on dakika olduğuna göre toplamda on üç dakikamız var,” dedim.

Demir “Neye on üç dakikamız var?” diye sorduğunda gülümsedim.

Önce Cansu’ya, sonra ona baktım.

“Yeni bir müzikal yaratmaya,” diye cevapladım. 

error: Bu içerik koruma altındadır.